gelmeye başlamadan temizlik işlerini bitirmişlerdi. Bundan sonrası biraz daha kolaydı. Gelen konukları karşılamak; pasta, kek, meyve suyu servisini aksatmamak; konuk çocukların sağa sola bırakacağı pasta tabaklarını, içecek bardaklarını toplamak; çayı her an taze tutmak; evin herhangi bir yerine dağılmış olan çocukların birbirlerine zarar vermemesi için onlara göz kulak olmak... O da, Emine de bu konuda deneyimli olmuşlardı artık. Hem Ayten Hanım da çok huysuz biri değildi. Silkelenen halılar, yıkanan perdeler, ovulan lavabo ve fayanslardan sonra bu işler hafif sayılırdı.
Az sonra ev, çocuk yuvasına dönmüştü. Ayten Hanım’ın ikiz kızı ve oğlu sevinçle oradan oraya zıplıyor, arkadaşlarının getirdiği hediye paketlerini gelir gelmez hırsla açıyorlardı. Anneleri arada bir “Teşekkür etmek yok mu?” sözleriyle uyarmasına rağmen beğenmedikleri bir hediye geldiğinde suratlarındaki ifadeyle bunu hemen belli ediyorlardı.
Hediyeler arasındaki bir bebek yatağına da bu türden bir tepki vermişlerdi:
“Hıh! Bizde bunun takımı var!”
Ayten Hanım utanarak gülmeye çalışmış, öteki anneler ise kahkahalar arasında onu teselli etmişlerdi:
“Aldırma, çocuk onlar!”
Daha sonra da çocukların ne kadar açık sözlü olduğuna ilişkin derin bir sohbete dalmışlardı.
Sonunda akşam oldu. Konuklar birer ikişer vedalaşarak ayrıldılar. Ortalık savaş alanı gibiydi. Emine ve annesi son kalan güçleriyle evi topladılar. Bulaşıkları yıkayıp kaldırdılar, banyoyu temizlediler. Evin her tarafına saçılmış oyuncakları, hediye ambalajlarını, kurdeleleri topladılar.
İşleri bittiğinde Ayten Hanım onlara her zamankinden biraz daha fazla para verdi. Teşekkür ederek çıkmak üzerelerken arkalarından seslendi:
“Sunacığım, şunu da size versem, Elif’e götürseniz?..”
Elinde bebek yatağı duruyordu.
Elif’in annesi duraksadı. “Ama çocukların değil mi o?”
“Onlarda aynısından birkaç tane var. Çeşitli zamanlarda getirdiler işte. Bu gerçekten fazla. Eminim Elif’in de hoşuna gider...”